Ana içeriğe atla

Cesur Yeni Dünya Romanında Öznenin Durumu



Esmanur Tuna 

Öz

Distopik romanlar dönemlerinde yaşanan krizlere eleştiri olarak tarih boyunca var olmuş edebi eserlerdir. Çalışmamızda bu eserlerden biri olan Cesur Yeni Dünya romanında öznenin durumunu incelemeye çalıştık. Öncelikle romanın temel yapısı olan totalitarizmi anlamlandırdıktan sonra Cesur Yeni Dünya’da bireyi ve toplumu inceleyerek analiz ettik.

Anahtar Kelimeler: özne, distopya, Cesur Yeni Dünya, kara ütopya, birey.

Giriş

Cesur Yeni Dünya, Aldous Huxley tarafından 1932 yılında kaleme alındı. Kara ütopya türündeki roman Huxley’in totalitarizmin yumuşak bir şekli olarak tasarladığı dünyada geçiyor. Bu dünyada bebekler annelerinden doğmuyor şişelerde büyütülüyor, refah had safhada ve bu bazı mühendislik çalışmalarıyla sağlanıyor. Eğitim kitaplardan değil doğumdan itibaren şartlandırma adını verdikleri sistemle veriliyor. Dahası dünya devleti çok önceden belirlenmiş bir kast sisteminin işlemesinden oluşuyor, eğer insanlar bir şeyleri düşünecek ve sorgulayacak olsalar imdatlarına uyuşturucudan üretilen somalar koşuyor.

Distopya türündeki eserlerde karşımıza çıkan totalitarizm Cesur Yeni Dünya’da da sistemin temelini oluşturuyor. Fakat bu romanı diğer kara mizah romanlarından ayıran özellik; toplum zor ve şiddet kullanılarak değil; aşırı zevk, lüks, tüketim ve teknolojinin sağladığı konfor aracılığıyla köleleştiriliyor.  Hipnopedya adını verdikleri uykuda eğitim sayesinde bireyler iradelerinin dışında devlet tarafından eğitilip bir kalıba sokuluyor. Özel alan ve sivil toplumun, teknolojinin de yardımıyla ortadan kaldırıldığı bir dünya devleti tasvir ediliyor. Bireyden söz edilemeyen toplumda, tek tipleştirilmiş ve özgürlüğü elinden alınmış birey adeta devletle özdeşleşmiş durumda. Dünya devletinin kurucusu olan devlet başkanının ismi Henry Ford’a ithafen “Ford” olarak seçilmiş. Tanrı ve dinlerin ortadan kaldırıldığı sistemde Ford, kurtarıcı hatta tanrı statüsünde kabul ediliyor. 

Romanda dikkat çeken noktalardan biri dünyaya gelmenin anneden doğum yoluyla değil, Bakanovski dedikleri kuluçka merkezleriyle olması. Bu işlemle dünyaya gelen birey daha doğumuyla ‘insanlıktan çıkarılmış’ oluyor.  Şişelerde büyütülen çocuklar önceden belirlenmiş sınıflara göre ne kadar alt sınıfa aitse o kadar az oksijen verilerek büyütülüyor. Bakanovski sistemi dünya devletinin temelini oluşturuyor. Bu sistem çökerse devletin yapı taşlarının yerinden oynayacağı ve çökeceği düşünülüyor. Yapılan sınıflandırmaya göre toplum Alfa, Beta, Gama, Delta, Epsilon’lardan oluşuyor. Üretimin ve toplumsal istikrarın devam etmesi için bu sınıfların bir an bile aksamadan şartlandıkları şekilde çalışmaları gerekiyor. Böylece farklı toplumsal sınıflar ile aynı amaca doğru hareket eden tek tipleştirilmiş toplum oluşmuş oluyor.  Bu sistemde aile ve akrabalık bağları ortadan kaldırıldığı için mutlak otorite devlet başkanı olarak görülüyor. Lider her zaman asıl niyetini gizli tutarak, geçmişte yaptığı fedakârlıkların tek nedeninin halkın refahı ve mutluluğu için olduğunu bireylere kabul ettirmiş. Devletin ideolojik aygıtı olan eğitim doğumdan itibaren bireylere ‘Hipnopedya’ adını verdikleri uykuda eğitim sistemiyle ve Pavlovcu Şartlandırma ile veriliyor. Kuluçka merkezi müdürünün de dediği gibi, “tüm şartlandırmaların amacı insanlara kaçınılmaz toplumsal yazgılarını sevdirmektir.”  Romanda kitle iletişim araçlarından radyonun önemine vurgu yapılır, dinleme yoluyla toplum yönlendirilmektedir.

Tarihte bu uygulamayı Hitler gibi totaliter liderlerin de kullandığı bilinmektedir. Çocuklar bebeklikten itibaren çocuk yuvalarında yoğun bir eğitim alırlar, bu eğitimler zaman zaman can yakıcı olabilir. Çocuklara kitapların kötülüğünü anlatmak için elektrik şokuyla eğitim verilmektedir.  Şartlandırma ile bireylerin elinden özgürlükleri ve seçme iradeleri alınmış böylece insanlar köleleştirilerek nesneleştirilmişlerdir. Bireyler doğumdan itibaren bu eğitimle yetiştikleri için iradenin ve özgürlüğün bilincinde değillerdir fakat toplumda bazı istisnalar da yaşanabilir. Cesur Yeni Dünya’da ki Bernard karakteri de bunu fark edenler arasındadır; “...Değişik bir tonla, ‘Nasıl yaparım?’ diye tekrarladı düşünce içinde. ‘Hayır asıl sorun şu: Nasıl olur da yapamam ya da daha doğrusu -çünkü sonuçta, niye yapamayacağımı biliyorum – yapabilseydim ne olurdu, özgür olsaydım; şartlandırmam beni köleleştirmeseydi.” Fakat Bernard karakteri gibi sisteme direnç gösterenler ötekileştirilerek sınırın dışına atılmıştır. Çünkü onlar sorgulamamak ve düşünmemek üzere şartlanmışlardır. Bu insanların çoğu duygularından ve ruhlarından habersiz yaşamaktadırlar. Mutluluk vaadiyle tutsak olduklarının farkında bile değillerdir.  Romanda Bernard karakteri; “Tutku nedir öğrenmek istiyorum … Bir şeyleri yoğun hissetmek istiyorum.” (Cesur Yeni Dünya, s.109) derken bizatihi duygularının eksikliğini hissetmektedir. Romanda bütün totaliter sistemlerde olduğu gibi birey özne olmaktan çok uzak bir konumda. Birey doğumundan itibaren otoriteye itaat eden bir nesne olarak tasarlanmıştır.

Bireyler özne olarak değil toplumun bir parçası olarak görülür. Bu nedenle Dünya Devleti’nin sloganlarından biri de “topluluk”tur. Buna karşı çıkan bireyler otorite tarafından kendileri için mücadele verilecek insanlar olarak dahi görülmezler ve kolayca sınır dışı edilirler. Böylece otoritenin ve sistemin devamlılığı sağlanır. Cesur Yeni Dünya’da totalitariz; nesneleştirme, tektipleştirme, düşman - hain ilan etme politikalarıyla uygulanır. 

Birey özneliğini fark ettiği an vahşi olarak görülür, romanda Bernard’ın özne olmak hakkındaki düşüncelerini delilik olarak gören Lenina; “Birey hissederse topluluk sendeler.”(Cesur Yeni Dünya, s. 109) diyerek insanların nesneleştirildiklerini ortaya koyar.

Sonuç

Cesur Yeni Dünya 20.yy’da yazılan distopik romanlar arasında en dikkat çekenlerden biri. Her distopyada olduğu gibi sert totalitarizm üzerine inşa edilen bir dünya devletinden oluşan romanı diğer distopyalardan farklı kılan bu totalitarizmi refah ve mutlulukla sağlaması. Devlet başkanı Ford’un en üst mertebede bulunduğu bu devlette toplum bireylerden değil kölelerden oluşuyor. Çünkü bireyler doğumlarından itibaren otoritenin yoğun eğitim ve propagandasıyla tek tipleştiriliyor ve iradelerini kullanamaz hale geliyor. Birey özneliğini fark ettiği anda ise ötekileştirme politikasıyla sınır dışı ediliyor ve bu yöntemle otoritenin devamı sağlanıyor.

Kaynaklar

Çörekçioğlu, Hakan. “Biz ve Cesur Yeni Dünya’da İlkecilik”, folklor / edebiyat, 2016, sy. 86,

s. 93 -108.

Ergun, Pınar. Distopik Romanlarda Kitle İletişim Araçlarının Temsili: Cesur Yeni Dünya ve

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört.

Erkmen, Nükhet Münevver. “Toplumsal Değişim ve İletişim Eleştirisi Olarak Ütopya ve

Karşı - Ütopya: Aldous Huxley’in ‘Cesur Yeni Dünya’ Romanı Üzerine Bir İnceleme”

(yüksek lisans, 2008), Ege Üniversitesi.

Karakaya, Cafer. Kara Mizah Romanlarında Totalitarizm ve Demokrasi: 1984, Cesur Yeni

Dünya ve Gelecek Bilim Kongresi Üzerine Bir İnceleme (yüksek lisans tezi,2020). Muş

Alparslan Üniversitesi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

'Gülün Adı' Roman İncelemesi

                                                                                                                                                                        Umberto Eco tarafından 1980’de kaleme alınan Gülün Adı, XIV. yüzyılda İtalya’da bir manastırda geçiyor. Ortaçağ skolastik düşüncesini gözler önüne seren roman, göstergebilimden faydalanılarak yazılmış. Manastırda bulunan Hristiyanlık tarihinin en büyük kütüphanesine herkesin girememesi, girenlerin de istediği kitabı okuyamaması bilime ve fikirlere ambargo uygulandığını açık bir şekilde gözler önüne seriyor:   “Bu yasak bilgiler yeri, birçok kurnazca buluşla korunuyor. Bilgi, aydınlatmaktan çok gizlemek için kullanılıyor. Hoşuma gitmiyor bu. Kitaplığın kutsal savunmasına sapık bir kafa egemen.” (Gülün Adı, s. 616). Romanda saklanan bir kitap uğruna 7 gün içinde işlenen cinayetler sarmalıyla karşı karşıya kalıyoruz.         Postmodern roman tarzının güzel bir örneği olan romanda her daim kaos hakim. İşlenen cinay

Dilruba Evleri Mazluma Yuva Oluyor

  “Ölüm Seni Bulana Dek İyiliğe Devam Et” sloganıyla insani yardım alanında hizmetler veren Hatice Dilruba, kurduğu Dilruba Evleri Yardımlaşma Derneği ile pek çok insana umut oluyor. Hizmetlerine Bursa’da kendi evinde yaşlı bakarak başlayan Hatice Dilruba kurduğu dernek ile kompleks bir yapı olan yaşlı bakım evi ve uyuşturucu madde bağımlıları için ekolojik bir köy olan “İnsanlık Köyü” nü kurmuş. Yalnızca yapılan bağış ve yardımlarla varlığını devam ettiren Dilruba Evleri Yardımlaşma Derneği, son olarak Suriyeli mültecilere barınma imkânı sağlayan Akçakale’de bir konuk evi inşa etmiş. Kimsesiz yaşlılara, uyuşturucu madde bağımlılarına, kadınlara, engellilere, yetimlere adeta bir yuva olan dernekte Hatice Hanım bu kurumlarda yaşayanların her biriyle tek tek ilgilenerek ihtiyaçlarını karşılıyor. Burada sosyolog ve psikologların önderliğinde terapi olan insanları tekrar hayata kazandırmayı hedefleyen Dilruba, İnsanlık Köyü’nde kadınlar için bir kooperatif kurarak el emekleriyle geçimleri

27 Mayıs 1960 Darbesi’nde Basın

                                                                                                                                                        Esmanur Tuna [1] Özet: Bu çalışmanın amacı 27 Mayıs 1960 Darbesi’nde basının rolü ve etkilerini araştırmaktır. Bu konuda ki araştırmalar basının darbeye etkisi alanında zayıf kalmıştır. Bu bağlamda 27 Mayıs darbe sürecinde basının oynadığı etkin rol ve cunta ile yakın ilişkisi mercek altına alınmıştır. Makalenin ilk bölümünde genel olarak basının durumu tartışıldıktan sonra ikinci bölümde darbe sürecinde gazetelerin oynadığı rol incelenecektir. Gazeteler darbeyi şenlik havası içinde karşılarken cuntacı askerlerden bazı özgürleşme sözleri almışlardır. Bu çalışma her koşulda tarafsız kalması gereken basının darbe gibi istisnai durumlarda isteyerek veya istemeyerek taraf olduğunu göstermek ve bu alanda yapılan tartışmalara kaynak olmayı hedeflemektedir. Anahtar Kelimeler: 27 Mayıs 1960 Darbesi, basın, medya, özgürlük, sansür, gazete,