Ana içeriğe atla

Amerika’da Afrikalılar


Kitap:
Malcolm X

Film: 12 Yıllık Esaret

Semineri Sunan: Hüsna Hamiyet Altın

Değerlendiren: Esmanur Tuna

        TÜRGEV Akademi Yaz Seminerleri kapsamında gerçekleşen programlardan ilki olan ‘Amerika’da Afrikalılar’ konulu seminer Göttingen Üniversitesi’nden Hüsna Hamiyet Altın tarafından gerçekleştirildi. Seminer kapsamında Alex Haley’in Malcolm X kitabı ve 12 Yıllık Esaret filmi değerlendirildi.

        Alex Haley tarafından kaleme alınan Malcolm X, Amerikalı siyah devrimci hareketin ilk akla gelen isimlerinden Malcolm X'in hayatını anlatıyor. Babasının öldürülmesi sonucu zor geçen bir çocukluk ve sorunlu bir gençlik dönemi sonunda cezaevine giren Malcolm, burada İslam Ümmeti ve Elijah Muhammed ile tanışarak İslam’ı seçti. Fakat hacca gittikten sonra İslam Ümmeti’nin beyaz adamı şeytan gibi gören yanlış düşüncelerin farkına varan Malcolm, onlardan ayrılarak Afro-Amerikan Birliği Örgütü'nü kurdu. Malcolm X onlarca ülkeye seyahat etti ve seminerler verdi. 21 Şubat 1965'te Manhattan'da yine bir seminer esnasında suikaste uğrayarak şehit edildi.

        12 Yıllık Esaret; 1841’de özgür bir adam olarak Afrika’da yaşayan Solomon Northup’ın kaçırılıp, köle olarak satılmasını ve bu süreçte verdiği özgürlük mücadelesini konu alıyor. Steve McQueen’in yönetmenliğini yaptığı film, siyahilerin ailelerinden ayrılmasını, insani olmayan şartlarda çalıştırılmalarını ve Amerika’da yaşanan sistematik ayrımcılık ve ırkçılığı gerçekçi sahnelerle gözler önüne seriyor.

        Hüsna Hamiyet Altın Amerika’da Afrikalılar adlı seminerde adı geçen film ve kitap çerçevesinde Amerika özelinde köleliğin tarihi, kadına bakış, sistemik ırkçılık ve ayrımcılık meselelerine değindi. Altın’a göre kölelik dünya tarihi boyunca her zaman var olmuş, bütün coğrafyalarda yaşanmış bir gerçek. Transatlantik köleliğin bugün Afrikalıların Amerika’da bulunmasını sağlayan en majör ve farklı kölelik çeşidi olduğunu vurgulayan Altın, ırk meselesinin Amerika kıtasında çok önemli bir meseleyken Türkiye’de derinlemesine anlaşılmadığını açıklıyor. Bir toplumun problematiği başka toplumların sorunu olmayabileceğinden ilk olarak zencileri nasıl tanımlamalıyız sorusuna cevap arıyor. Amerika’da çok tartışılan ve son günlerde kabul gören tanımlar ‘African- American’ ve ‘black’ kavramları, Türkçe’ye tercüme edecek olursak ‘zenci ve siyah’ en çok tercih edilen kavramlardan.

        Altın’a göre transatlantik kölelik ilk olarak 1440’larda Portekizlilerin Afrikalıları köle olarak kullanmasıyla başladı. Amerika kıtası keşfedildiğinde yerli halk Avrupalılar tarafından sistematik olarak tasviye edildi, çoğu salgın hastalık sonucunda hayatını kaybetti. Bu sayede Avrupalıların elinde milyonlarca kare verimli topraklar kaldı fakat bu toprağı işlemek için insan gücü gerekiyordu. Bu sebeple Batı Afrika ve Orta Asya limanlarından zencileri toplayarak bu ihtiyacı karşılamaya çalıştılar. Başlarda yurtlarından kaçırılarak zorla Amerika’ya götürülen zenciler daha sonraları kendi kabile reisleri tarafından birkaç metre kumaş, alkol, silah ve boncuk uğruna satıldılar. Afrika’nın çeşitli bölgelerinden toplanıp limana getirilen köleler gemilere istiflenerek korkunç şartlarda Atlas Okyanusu’nu geçiyorlardı. Bu yolculuk esnasında kölelerin %15’i şartların kötülüğünden dolayı ölüyor ve cesetler denize atılıyordu. Bu durumu fark eden köpekbalıklarının av ve göç rotalarının değiştiği tespit edildi. Altın, Afrika’dan toplanan kölelerin Amerika’da pamuk üretiminde çalıştırıldığını, üretilen pamuğun Avrupa’da işlenip Afrika’ya satılmak suretiyle ticari meta ve kapitalizm üçgeni oluşturulduğunu açıklıyor.

        Amerika’da köleliğin ırkçı ve kurumsal bir yapıda geliştiğini vurgulayan Altın, sadece siyahların köle olarak seçildiğini beyaz ırkın üstünlüğüne dayanan ideolojik bir ırkçılık uygulandığını aktarıyor. Köle sahipleri daha fazla köle elde etmek için kölelik sistemini anne üzerinden kalıtsal olarak devam ettirmiş, plantasyonlarda düzenli olarak tecavüz ettikleri zenci kadınlar bulundurarak köle sayısını arttırmışlardır. Afrikalı köleler zaman zaman bu sisteme isyan etmiş fakat bu isyanlar beyaz adam tarafından bastırılmış her seferinde daha ağır yaşam şartlarına maruz bırakılmışlardır. 1739’da çıkan Stona İsyanı’nda bir grup zenci ele geçirdikleri silahlarla birkaç plantasyon sahibini ve ailelerini öldürmüş fakat daha fazla ilerleyemeden yakalanmışlardır. Bu isyandan sonra 10 yıl boyunca yurtdışından köle getirmek yasaklanmış, 1808’de ise tamamen kaldırılmış kendi kölelerini tedarik etmeye başlamışlardır. Sebebi ise Afrika’dan getirilen kölelerin hala izzeti nefislerinin olması ve eski özgür günlerini hatırlıyor olmalarıdır.

        Kölelik kurumu beyazlar tarafından bilim ve dinle desteklenmiş, kendilerince mazur gösterilmeye çalışılmıştır. 12 Yıllık Esaret filminde iyi köle sahibi İncil’den ‘tolerans, saygı, hoşgörü’ ile ilgili bölümleri okurken, kötü olan ‘Tanrı siyahları hizmetçi olarak yarattı, zenciler sahibine itaat etmek zorunda’ manasına gelen bölümleri okuduğunu görüyoruz. Beyazlar köleliği meşrulaştırmak için sahte bilimler ortaya koymuşlardı. 1851'de doktor Samuel A. Cartwright'ın esaretten kaçan Afrikalıların ‘drapetomania’ olarak adlandırdığı bir hastalık sebebiyle bu davranışta bulunduğunu ileri sürmüştür. Terim, Yunanca drapetes , “kaçak, köle” kavramından türetilmiştir. Bunun altında yatan sebep özgürlük isteyen köleleri akıl hastası olarak etiketleyip, bu inanılmaz fikirlere diğerlerinin de kapılmasını engellemeye çalışmaktır. Daha sonra bu fikirler sahte bilim olarak çürütülmüş ve bilimsel ırkçılık yapısının bir parçası olduğu gösterilmiştir.

        1963 yılında Amerikan Devrimi’nin ilk adımları atılırken ‘herkes için özgürlük’ sloganı sıkça kullandı, bu slogan zencileri çok rahatsız etti. Herkes için özgürlük, peki bu özgürlük siyahlar için neden sağlanmıyor? Zenciler bu taleplerini sesli bir şekilde dile getirmeye başladılar fakat Amerikan Bağımsızlık Bildirisi’ni yazan Thomas Jefferson zencilere insani haklar verilmesini kabul etmedi. Amerika’da kölelik 1865’te Amerikan İç Savaşı ile son buldu. 250 yılın sonunda, 4 milyon insan köleleştirildikten sonra kölelik kaldırıldı. Köleliğin kaldırılmasından sonra kuzey askerleri, güneyde işlerin karışmaması için 10 yıl güvenliği sağladılar fakat buradan çekildikten sonra işler karıştı. Bu süreçte özgür ve kimsenin malı olmayan zenciler savunmasız bir durumda kaldılar ve daha önce Amerika’da yaşanmayan bir durum yaşanmaya başladı: Linç.

        24 Aralık 1865'te Ku Klux Klan (KKK) adında siyahi karşıtı, beyaz üstünlükçüsü ve ırkçı bir örgüt kuruldu. Bu örgüt, Amerikan İç Savaşı sonrasında siyahilerin kazanmaya başladığı haklara, özgürlüklere ve siyah-beyaz eşitliğine karşı çıkma amacı ile siyahilere karşı yüzlerce linç gerçekleştirdi. Altın bu örgütün günümüzde hala bazı bölgelerde siyahilere ve onlara yardım eden beyazlara zarar vermeye devam ettiğini vurguladı. 12 Yıllık Esaret filminde oldukça gerçekçi bir şekilde yer alan linç sahnesi, Amerika’da çok karakteristik bir hal almıştı. Altın insanların linci adeta bir gösteri gibi algıladığını hatta kız arkadaşları ve çocuklarıyla seyretmeye gittiklerini açıkladı. Linç edilen siyahların vücut parçalarını hatıra eşya olarak satan dükkânlar vardı. Linç esnasında çekilen fotoğrafları kartpostallara basarak ‘dün gece ki barbekümüz’ benzeri notlarla birbirlerine gönderiyorlardı.  Bu durum postane müdürünün yasaklamasıyla 1920’de son buldu. Linçlere sebep olarak genelde siyahların beyaz kadına tecavüzü gösterilmiştir, bu sebepler genelde iftiradır.

        Altın’ın analizlerine göre, 12 Yıllık Esaret filmi ve Malcolm X kitabında  ‘kadın’ meselesi karşımıza çıkıyor. Beyaz kadın; bütün kimliğini, varoluş sebebini ve haysiyetini üzerine yüklediği bir anlam beyaz adam için. Siyahilerin beyaz kadına karşı büyük bir tehdit oluşturduğunu savunuyorlar. Fakat diğer yanda kendileri siyah kadına karşı çok kompleks duygular besliyor, kontrastlıklarla dolu bir kadın resmi çiziyorlar.

       Altın’a göre Malcolm X ve 12 Yıllık Esaret’te karşımıza çıkan bir başka tema hayatta kalma meselesidir. Malcolm X Harlem’de garsonluk yaparken soyguncu olarak bilinen bir kişinin insanlar tarafından çok sevildiğini fark ediyor. Bunun üzerine; “Beyaz adam bizim için inşa ettiği gettolarda, asil şeyler peşinde koşmamızı engelledi. Günlük yaşamı bir hayatta kalma meselesi olarak algılamamızı sağladı, bu sistemde saygıyı en çok hak eden şüphesiz hayatta kalmayı başaranlardır.” diyor. Filmde ise bu mesele köleler arasında geçen bir diyalogla ele alınıyor. Güneye götürülen köleler kendi aralarında ‘intihar mı yoksa isyan mı etmeliyiz?’ konusunu tartışırken içlerinden biri ‘hayatta kalmalıyız’ diyor. Solomon Northup: “Ben hayatta kalmak istemiyorum, yaşamak istiyorum.” şeklinde cevap veriyor.

        Altın sözlerine son verirken Amerika'da ırkçılık konusunda çok büyük bir körlük olduğunu,  ayrımcılık ve ırkçılığın sistemin her yerine işlemiş olduğunu açıkladı. Fakat Malcolm X’in dediği gibi kölelikten tarih kitaplarında sadece kısa bir paragraf ile bahsediliyor. Altın’a göre ise bu durum toplum içinde çok girift ve çetrefilli bir hal almış durumda.

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

'Gülün Adı' Roman İncelemesi

                                                                                                                                                                        Umberto Eco tarafından 1980’de kaleme alınan Gülün Adı, XIV. yüzyılda İtalya’da bir manastırda geçiyor. Ortaçağ skolastik düşüncesini gözler önüne seren roman, göstergebilimden faydalanılarak yazılmış. Manastırda bulunan Hristiyanlık tarihinin en büyük kütüphanesine herkesin girememesi, girenlerin de istediği kitabı okuyamaması bilime ve fikirlere ambargo uygulandığını açık bir şekilde gözler önüne seriyor:   “Bu yasak bilgiler yeri, birçok kurnazca buluşla korunuyor. Bilgi, aydınlatmaktan çok gizlemek için kullanılıyor. Hoşuma gitmiyor bu. Kitaplığın kutsal savunmasına sapık bir kafa egemen.” (Gülün Adı, s. 616). Romanda saklanan bir kitap uğruna 7 gün içinde işlenen cinayetler sarmalıyla karşı karşıya kalıyoruz.         Postmodern roman tarzının güzel bir örneği olan romanda her daim kaos hakim. İşlenen cinay

Dilruba Evleri Mazluma Yuva Oluyor

  “Ölüm Seni Bulana Dek İyiliğe Devam Et” sloganıyla insani yardım alanında hizmetler veren Hatice Dilruba, kurduğu Dilruba Evleri Yardımlaşma Derneği ile pek çok insana umut oluyor. Hizmetlerine Bursa’da kendi evinde yaşlı bakarak başlayan Hatice Dilruba kurduğu dernek ile kompleks bir yapı olan yaşlı bakım evi ve uyuşturucu madde bağımlıları için ekolojik bir köy olan “İnsanlık Köyü” nü kurmuş. Yalnızca yapılan bağış ve yardımlarla varlığını devam ettiren Dilruba Evleri Yardımlaşma Derneği, son olarak Suriyeli mültecilere barınma imkânı sağlayan Akçakale’de bir konuk evi inşa etmiş. Kimsesiz yaşlılara, uyuşturucu madde bağımlılarına, kadınlara, engellilere, yetimlere adeta bir yuva olan dernekte Hatice Hanım bu kurumlarda yaşayanların her biriyle tek tek ilgilenerek ihtiyaçlarını karşılıyor. Burada sosyolog ve psikologların önderliğinde terapi olan insanları tekrar hayata kazandırmayı hedefleyen Dilruba, İnsanlık Köyü’nde kadınlar için bir kooperatif kurarak el emekleriyle geçimleri

27 Mayıs 1960 Darbesi’nde Basın

                                                                                                                                                        Esmanur Tuna [1] Özet: Bu çalışmanın amacı 27 Mayıs 1960 Darbesi’nde basının rolü ve etkilerini araştırmaktır. Bu konuda ki araştırmalar basının darbeye etkisi alanında zayıf kalmıştır. Bu bağlamda 27 Mayıs darbe sürecinde basının oynadığı etkin rol ve cunta ile yakın ilişkisi mercek altına alınmıştır. Makalenin ilk bölümünde genel olarak basının durumu tartışıldıktan sonra ikinci bölümde darbe sürecinde gazetelerin oynadığı rol incelenecektir. Gazeteler darbeyi şenlik havası içinde karşılarken cuntacı askerlerden bazı özgürleşme sözleri almışlardır. Bu çalışma her koşulda tarafsız kalması gereken basının darbe gibi istisnai durumlarda isteyerek veya istemeyerek taraf olduğunu göstermek ve bu alanda yapılan tartışmalara kaynak olmayı hedeflemektedir. Anahtar Kelimeler: 27 Mayıs 1960 Darbesi, basın, medya, özgürlük, sansür, gazete,